
31 Aralık 2013 Salı
Mutlu Yıllar

30 Aralık 2013 Pazartesi
istifa
AK Parti İzmir Milletvekili Erdal Kalkan, partisinden istifa ettiğini açıkladı.
Ak Parti’den istifa eden İzmir Milletvekili Erdal Kalkan, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın partiyi kendi çiftliği gibi gördüğünü savundu.
Kalkan, hükümetin büyük rüşvet operasyonuna yönelik tavrına tepkisi nedeniyle ihracı istenince Twitter’dan duyurduğu istifasını bugün resmileştirdi. Kalkan, düzenlediği basın toplantısında şöyle konuştu:
ÖRTBAS EDİLMEK İSTENİYOR “Gezi olayları sırasında hükümetin ve parti yönetiminin sergilediği ölçüsüz ve acımasız tutumu ve giderek otoriterleşen uygulamaları karşısında randevu taleplerime olumlu yanıt alamayınca kendime olan saygım gereği düşünce ve eleştirilerimi sosyal paylaşım sitelerinde açıkladım. Son olarak 17 Aralık operasyonunda yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet gibi iddiaların yargı erkinin önünü kesmek, hukuku açıkça katletmek suretiyle örtbas edilmek istendiğine ilişkin güçlü bir izlenim edindim. Buna milletvekili olmamın ötesinde bir hukukçu olarak karşı çıktım. Sonuç değişmediği gibi daha da vahim hal aldı.
GÖRÜLMEMİŞ HUKUK SKANDALISayın Erdoğan, devlet imkanlarıyla açılış adı altında yaptığı siyasi toplantılarda şimdiye kadar görülmemiş biçimde hukuku, hukuk kurumlarını açıktan hedef alıyor. Bu sadece Türkiye tarihinde değil, medeni dünyada görülmemiş bir hukuk skandalıdır. Uyarılarım dikkate alınmadığı gibi parti ve hukuk devleti ilkesini korumaya çalışan görüşlerim nedeniyle ihracım istendi. Bir yolsuzluk ve hukuksuzluk nedeniyle değil yolsuzluklara ve hukukun katledilerek yolsuzluğun örtbas edilmesine karşı çıktığım için. Bu da benim onurumdur, gerisi teferruattır.”
Kalkan, kendisiyle birlikte istifa eden eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve Ankara Miletvekili Haluk Özdalga için Erdoğan’ın kullandığı ifadeler için de, “Başbakana yakışmayan üslup. Partiyi herhalde kendi çiftliği gibi görüyor. Bir milletvekilinin nasıl ihraç edileceği tüzükte yazıyor” dedi. Turan YILMAZ/ANKARA
Kalkan, hükümetin büyük rüşvet operasyonuna yönelik tavrına tepkisi nedeniyle ihracı istenince Twitter’dan duyurduğu istifasını bugün resmileştirdi. Kalkan, düzenlediği basın toplantısında şöyle konuştu:
ÖRTBAS EDİLMEK İSTENİYOR “Gezi olayları sırasında hükümetin ve parti yönetiminin sergilediği ölçüsüz ve acımasız tutumu ve giderek otoriterleşen uygulamaları karşısında randevu taleplerime olumlu yanıt alamayınca kendime olan saygım gereği düşünce ve eleştirilerimi sosyal paylaşım sitelerinde açıkladım. Son olarak 17 Aralık operasyonunda yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet gibi iddiaların yargı erkinin önünü kesmek, hukuku açıkça katletmek suretiyle örtbas edilmek istendiğine ilişkin güçlü bir izlenim edindim. Buna milletvekili olmamın ötesinde bir hukukçu olarak karşı çıktım. Sonuç değişmediği gibi daha da vahim hal aldı.
GÖRÜLMEMİŞ HUKUK SKANDALISayın Erdoğan, devlet imkanlarıyla açılış adı altında yaptığı siyasi toplantılarda şimdiye kadar görülmemiş biçimde hukuku, hukuk kurumlarını açıktan hedef alıyor. Bu sadece Türkiye tarihinde değil, medeni dünyada görülmemiş bir hukuk skandalıdır. Uyarılarım dikkate alınmadığı gibi parti ve hukuk devleti ilkesini korumaya çalışan görüşlerim nedeniyle ihracım istendi. Bir yolsuzluk ve hukuksuzluk nedeniyle değil yolsuzluklara ve hukukun katledilerek yolsuzluğun örtbas edilmesine karşı çıktığım için. Bu da benim onurumdur, gerisi teferruattır.”
Kalkan, kendisiyle birlikte istifa eden eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve Ankara Miletvekili Haluk Özdalga için Erdoğan’ın kullandığı ifadeler için de, “Başbakana yakışmayan üslup. Partiyi herhalde kendi çiftliği gibi görüyor. Bir milletvekilinin nasıl ihraç edileceği tüzükte yazıyor” dedi. Turan YILMAZ/ANKARA
ileri demokasi
ileri demokrasi dedikleri bu olsa gerek. sn. Başbakan dün akhisarda toplu açılış töreni yapmak üzere akhisar' ı ziyaret etti. ziyaret sırasında halka seslenmek için egemenlik meydanında halka konuşma yaptı. konuşma esnasında ilginç bir olay yaşandı. kadın malum son günlerin modası olan ayakkabı kutusunu başbakan erdoğana sallamış. bunun üzerine polisler ve korumaları kadının evini aramış ifade vermesi için karakola götürülmüş. 2 saat ifade verdikten sonra kadın serbest kalmış. bu şu demek mi oluyor. ben istediğimi yaparım ama masum da olsa bana tepkini gösteremezssin. korkutarak bastırarak insanları kontrolü altına almaya çalışıyor. sn baş bakan geçmiştende örnek almıyor mu? bu sindirme politikaları artık demode oldu. insanları bastırarak bi yerlere gelen olsa idi senden öncekiler şu an yerinde olurdu. ben hafta sonu memleketim olan akhisardaydım tesadüfen. böyle bir koruma ordusu sivil polis inannın ABD başkanında yoktur. bu halktan bu kadar mı korkuyorsun. bu halktan kopuş neden?kendini bukadar çok korumak gerektiğini hissettiren ne merak ediyorum doğrusu.
26 Aralık 2013 Perşembe
20 Aralık 2013 Cuma
insan olmakk
BU YAYIN DA , "E Ğ İ T İ M C İ L E R E . . ."
Bir okul müdürü her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlere bu mektubu gönderirmiş:
Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.
Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.
Sizlerden isteğim şudur:
Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır...
Bir okul müdürü her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlere bu mektubu gönderirmiş:
Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.
Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.
Sizlerden isteğim şudur:
Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır...
14 Aralık 2013 Cumartesi
huzur
Sen huzurlu olduğunda, insanlar sana yaklaşır;

Bu o kadar fiziksel bir olaydır ki; kolaylıkla gözlemleye bilirsin.
Ne zaman huzurlu olsan, herkesin sana yakın olmak istediğini hissedeceksin;
Çünkü huzur, etrafında bir titreşim yaratır.
Etrafında huzur halkaları hareket edecek ve her kim yaklaşırsa, bir ağacın gölgesine
girip, rahatlamak ister gibi, sana daha yakın olmayı arzu edecek.
Unutma; başkalarına ancak sahip olduğun şeyi verebilirsin.
Sen mutluysan, sadece orada bulunman bile, diğer insanların mutluluğunu tetikleyecek.
Senin müziğin, senin dansın mutluluk dalgaları yaratacak, neşen sana yaklaşan
herkese bulaşacak.
Bu gün Tuhafım
Bu gün günlerden cumartesi. içimde herhangi hiç bir heyecan yok. sanki bir şeye başlamışta tamamlayamamışım gibi bir eksiklik var. yada tarifi anlatılmaz bir huzursuzluk tuhaflık var. ne olduğunu çözemedim ama bu içimdeki garip duygudan kurtulmam gerektiğini istiyorum..okuduğumdan bir şey anlamadığım,dinlediğim şarkıdan zevk almadığım tuhaf bir ruh hali içindeyim.buralardan uzaklaşacak imkan olsa sanki iyi gelecekmiş gibi ama gittiğimde de aklım burada kalacakmış gibi hissediyorum.yada geçmişte yaptığım bir hada beni rahatsız ediyormuş gibi de oluyorum.bu gün tuhafim. kabul ediyorum. ne zaman düzelecek kestiremiyorum. tek bir şey diyorum allah hayırlara çıkarsın..yazmak iyimi geldi ne:)
3 Aralık 2013 Salı
SEVMEK....
SEVMEK...
Erimek tadılmamış hazların ortasında
Sevgiden kanatlarla bir boşluğa yükselmek
Yaşamak dolu dizgin ve her gün biraz ölmek
Zevklerin sonsuzluğa açılan sofrasında
Akar ta içimize çeşmelerinden sükun
Dupduru göllerinde gezer beyaz bir kuğu
Huzur; o sevilmeyen kalplerin unuttuğu
En eski bir şaraptır ellerinle sunduğun
Büyük bir yangın gibi ateşin dudaklarda
Duyarken özlemini en uzak bir yıldızın
Sırrına eremeyiz nasıl yandığımızın
Bir gün o ateş bizi alev alev sarar da
Ne kadar tutuşsak boş, hala yanmak isteriz
Ellerindeki bir şey çeker bizi derine
bir büyü varmış gibi dalarız gözlerine
Biliriz kanılmazsın, yine kanmak isteriz
Bir rüyadan silkinip görürüz tek gerçeği
Çeker bizi o tutku eşiğinden ölümün
Anlarız hayallerin bizi terkettiği gün
Dünyada tek gerçek var, seni sevmek gerçeği
Ümit Yaşar Oğuzcan
Erimek tadılmamış hazların ortasında
Sevgiden kanatlarla bir boşluğa yükselmek
Yaşamak dolu dizgin ve her gün biraz ölmek
Zevklerin sonsuzluğa açılan sofrasında
Akar ta içimize çeşmelerinden sükun
Dupduru göllerinde gezer beyaz bir kuğu
Huzur; o sevilmeyen kalplerin unuttuğu
En eski bir şaraptır ellerinle sunduğun
Büyük bir yangın gibi ateşin dudaklarda
Duyarken özlemini en uzak bir yıldızın
Sırrına eremeyiz nasıl yandığımızın
Bir gün o ateş bizi alev alev sarar da
Ne kadar tutuşsak boş, hala yanmak isteriz
Ellerindeki bir şey çeker bizi derine
bir büyü varmış gibi dalarız gözlerine
Biliriz kanılmazsın, yine kanmak isteriz
Bir rüyadan silkinip görürüz tek gerçeği
Çeker bizi o tutku eşiğinden ölümün
Anlarız hayallerin bizi terkettiği gün
Dünyada tek gerçek var, seni sevmek gerçeği
Ümit Yaşar Oğuzcan
Rifat Serdaroglu: YIKILACAKSINIZ
02 Aralik 2013 Nasil ki Doktorlarin yazdiklari receteyi kendilerinden baska kimse okuyamiyorsa, Hukukcular ve kanun yapicilar bir yasa maddesini en anlasilamayacak sekilde yaziyorlarsa, Ekonomistler de en basit bir ekonomik kurali karma$ik hale getirmekte cok ustadirlar.
Ekonomik gercekleri halk diliyle anlatmak islerine gelmedigi icin rakamlari birbirine oyle karistirirlar, uyanik siyasetciler bu rakamlari size oyle bir takdim ederler ki, ekonomik varliginiz damla-damla erirken gulumsemeye devam eder ve sucun kendinizde oldugunu zannedersiniz!
Bugun halk diliyle bazi ekonomik degerlendirmeler yapmak istedik.
Takdir sizindir.
·
Ocak-Ekim arasi 10
aylik Dis Ticaret Acigi 82,6 Milyar Dolar olarak gerceklesti.
·
TUIK, 12 aylik Dis
Ticaret Aciginin 97 Milyar Dolari asacagini acikladi.
·
Son 10 Yilda, AKP
Iktidari 500 Milyar Dolar Dis Ticaret Acigi verdi.
·
2002 Yilinda Turkiye
nin Toplam Dis Borc Stoku 129,5 Milyar Dolar idi.
·
2013 yili ikinci
ceyreginde Toplam Dis Borc Stoku 367,3 Milyar Dolar oldu.
Kisiler ve Devlet elbette
ki borclanabilirler.Kisi borclanirsa, borcunu ya kazancindan ya da servetinden odeyecektir.
Devlet borclanirsa, borcunu vergi geliri ve kamu gelirlerinden yani yine vatandasinin sirtindan odeyecektir.
Devlet olarak aldiginiz borcla yatirim yaparsaniz, hem ekonomik olarak buyursunuz hem de borcu odersiniz.
Fakat alinan borcla aciklarinizi kapatirsaniz, tuketim mallarina harcarsaniz o borc katlanarak buyur, olan vatandasa olur.
Devletin borclanmasi, gelecek yillardaki vergi gelirlerini rehin etmesi demektir.
-Basbakan Erdogan in basit bir Cay-Simit hesabi vardi.
Hesabi yenileyelim mi;
AKP nin iktidara geldigi 2002 yilinda asgari ucret net: 184 TL idi.
Simit 0,20TL idi.
O zaman asgari ucret ile 920 simit aliniyordu.
2013 yilinda asgari ucret net: 803 TL.
Simit 1.40 TL Bugun asgari ucretle 573 simit alinabiliyor.
AKP Iktidarinin ekonomik politikasiyla garibanin her ay 347 tane simidi calinmis.
-2002 yilinda asgari ucretle 1840 bardak cay icebilen bir isci, bugun 803 bardak cay icebilir.
AKP Iktidarinin ekonomik politikasiyla garibanin her ay 1037 bardak cayi calinmis.
-Son bir yilda; (TUIK in TUFE Endeksinde kullandigi fiyatlar)
Dogalgaz % 34 / Benzin / % 23 / Elektrik % 19 / Mazot % 24 / Domates % 48,5 / Kuru Fasulye % 25,4 / Pirasa % 19,8 / Ekmek % 14 / Kuru Sogan % 13,4 / Bulgur % 11,4 zamlandi.
-Son bir yilda Memura % 3 / Isciye % 3 / Emekliye % 3 zam yapildi, hepsi gecen yila gore fakirlesti.
Girdileri % 20 ile % 35 oraninda zamlanan Ciftci-Koylu ise en cok ezilen kesim oldu.
Peki, uygulanan ekonomik politikalar sebebiyle durumunu duzeltip kose degil dort kose olanlar yok mu?
Olmaz olur mu?
Iste size birkac ornek, hem de ufaklarindan.
Turpun buyugu heybede!
Basbakan Erdogan in televizyon canli yayininda cocuklarinin aldigi gemiler icin onlar gemi degil, olsa olsa onlara gemicik denir dedigini hatirliyorum.
Babalari Basbakan olana kadar, harclikla idare eden bu super zeka bebeler, son olarak 6.Gemilerini de aldilar.
Bu gemicik in boyu 292 metre, eni 42 metre.
Fiyati 20 Milyon Dolar!
Bebeler kafalarini calistirmislar, harcliklarini biriktirmisler ve bu 6 gemiyi trak diye satin almislar.
Belediye ekibinden olan Binali Yildirim in cocuklari da kafayi calistiranlardandir.
Hayirli evlatlar sirketlerine babalarinin adi olan Bin Ali Yildirim in bas harflerinden olusan BAY Denizcilik-baycart.com adini vermisler.
Onlarin da bilinen 5 gemileri var.
Denizcilik sektorunde durgunluk devam ederken, issizlikten yuzlerce gemi Kartal-Yenikapi- Tuzla aciklarinda beklerken bunlarin gemileri vizir-vizir calisiyor.
Son ornek ise, 3 Karili Basbakan Basdanismani Seyhulislam(!) Ali Yuksel (Bakan Suat Kilic in kayinbabasi) ile Basbakanin beyni olan Yalcin Akdogan in enistesi Oktay Fersat in hem Saglik Bakanligini hem de muteahhitleri dolandirmalari olayidir.
Buraya kadar yazilanlar icin, hirsiz olmayan ve hirsizlardan nefret eden, helal sut emmis, namazinda niyazinda namuslu bir AKP li Bakan dan yanit bekliyorum.
Diyecekleri varsa desinler, cekinmesinler.
Yarin Ben mi caldim, calandan hesap sorun diyemezler.
Ayni Bakanlar Kurulunda bulunmak muteselsil sorumluluk gerektirir.
Oteki dunyada hesap vermeyi de dusunmek lazim.
Orada ne torpil var ne de Secsis Bilgisayar Programi Anladiniz siz onu!
Gelelim yazinin basligina;
Sadece secim kaybedeceksiniz demiyorum.
Elbette ki kaybedeceksiniz ama ayni zamanda yikilacaksiniz.
Yikilip yer ile yeksan olacaksiniz.
Nicin mi;
-Turk Milletini bogazina kadar borca batirdiniz.
Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yaptiniz.
-Gelir adaletini tamamen bozdunuz.
-Toplanti yaptiklari salonun disindaki Turk Bayragina tahammul edemeyip, bayragimizi indiren cakallari siz simarttiniz.
Bu cakallarin patronu bebek katilini, Turk Devletinin muhatabi konumuna getirdiniz.
Turk Genclerini sehit eden cakallarin ikinci patronu Barzani yi kirmizi halida karsiladiniz.
-Turk diye bir irk yoktur diyen bir soysuzu AKP ust yonetimine aldiniz ve hala muhafaza ediyorsunuz.
- Turk Gencleri Camide icki iciyor diye yalan soylediniz.
Camiye sonradan bos bira siseleri koydunuz.
-Kul hakki yediniz.
Kendinizin pasa-pasa imza koydugunuz belgeyi saklayip, Turk Ordusunun Komuta heyetinin yariya yakinini sucsuz yere zindanlara attiniz.
-Insanlarin yatak odalarini bile izlettiniz.
Insanlari devlet gucuyle tehdit ettiniz.
Once yikilacaksiniz, sonra teker-teker hesap vereceksiniz.
Sonunuz ibretlik olacak.
Herkes, ozellikle AKP li milletvekilleri akillarini baslarina almalidir.
Saglik ve basari dileklerimle 02 Aralik 2013
30 Kasım 2013 Cumartesi
Ava gitti avlandı
Ava gitti avlandı
Avcılar, tavşanı gözüne far tutarak avladı. Görüntüler facebook'ta paylaşılınca skandal ortaya çıktı. Bakanlık '200 bin liralık cip'e el koydu
Orman Bakanlığı, kaçak avlanmayla mücadelede emsal bir karara imza attı. Eskişehir'de yaşayan C.A. ve K.Ç., 2011 yılında Sarcakaya İlçesi Bozaniç Yaylası'na tavşan avlamak için çıktı. 2 arkadaş, K.Ç.'nin lüks cipinin farlarını tavşanlara doğru tuttu. Daha sonra da hareket edemeyen hayvanları avladı. İkili av görüntülerini C.A.'nın Facebook hesabında paylaştı. Gelen ihbarı değerlendiren Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü, C.A. ve K.Ç. hakkında dava açıldı. Mahkeme, kaçak avcılara 614'er lira idari para cezası verdi. Avcılık kurallarına aykırı olarak avlanan K.Ç.'ye ait 200 bin TL'lik lüks cipe ise el konuldu. K.Ç., karara itiraz etti. Mahkeme itirazı reddetti. Böylece lüks cipin mülkiyeti kamuya geçti. K.Ç. arabayı Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü'ne teslim etti.
çok iyi bir karar örnek olsun. sen avcı isen farları yakmadan avlasana. üçkağıtçı senii
29 Kasım 2013 Cuma
“SİYASİ MARKA” OLMUŞ BİR LİDER, GEÇMİŞİ ÖRNEK ALABİLİR…
“SİYASİ MARKA” OLMUŞ BİR LİDER, GEÇMİŞİ ÖRNEK ALABİLİR…
Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman, bir gün kıtalara yayılan Osmanlı’nın akıbetini hayâl eder ; “OSMANLI inişe geçer mi?” diye derin derin düşünmeye başlar. Bu gibi soruları meşhur âlim Yahya Efendi’ye sorduğundan, güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahya Efendi’ye gönderir :
“Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın âkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir. Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:
“Ne’me lâzım be Sultânım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar:
“Acaba bilmediğimiz bir anlam mı vardır bu cevapta?”
Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”
“Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak mümkün mü? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultanım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”
“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık yaygınlaşıyor olsa, işitenler de “ne’me lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Ayrıca fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”
Bunları dinlerken ağlamaya başlayan Kanuni Sultan Süleyman, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder. Yahya Efendi'ye ise bu tür tembihlerini mutlaka söylemesi gerektiğini anlatır. ( İlgili mektup, Topkapı Sarayı'nda sergilenmektedir.)
Tarihte padişahlar ve günümüzde siyasi liderler; bugüne kadar “ne’me lazım” diyen halkın çaresizliğini anlamamıştır. Ayrıca “ne’me lazım” kültürünün çaresizlik ötesinde bir ülkeyi karanlığa sürükleyecek bir zafiyet olduğunu da halk anlamamıştır. Ancak unutulan detay, olayın nesnel taraflarından olan “mutlak gerçekler” meselesidir ve gerçeklerin bir gün su yüzüne çıkmak gibi kötü bir niyeti vardır.
Devlet otoritesinin baskı rejimlerinin elinde olduğu dönemlerde bile şehirlerde savaşı çağrıştıran görüntüler günümüzdeki kadar dikkat çekmemiştir. Bunun sebebi olayların gerçekleştiği büyük resme bakmak ama gerçeği görememektir. Geçmişte mezhep ayrımcılığını körüklemek amacıyla yapılan hatalar taklit yoluyla tekrar icra edilmek istenmektedir. Ayrıntılar arasında en çok dikkat çeken de; yasal olmayan katliam amaçlı bu kışkırtıcıların varlığıdır. Devletin kolluk kuvvetlerini halkın üzerine gönderen bu çağdışı zihniyet, günümüzün en büyük sahne provasını yapmıştır.
Aslında “marka kişiliği” iyi konumlandırılmış bir lider, vatandaşını çevre konulu masum bir eylemden dolayı kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya getirmeyeceğini iyi bilmelidir. Daha da önemlisi vatandaşının bu duyarlılığını takdir etmelidir. Aksi takdirde yaşanılan bir dizi haksız olay ve talihsiz açıklama bugün olduğu gibi ekonomiden sosyal hayata kadar büyük zararlara sebep olabilir. Devlet liderlerine meşru hak olarak verilmiş görevlerin halkı tehdit edici unsurlar taşıması ve olumsuz değerlendirilmesi kolektif düşünceyi daha fazla taraftarla güçlü bir karşı tepkiye ulaştırır. Bu karar “marka kişiliği” olarak ulaşılan noktada sağduyulu davranışa yönelimi engelliyorsa ve olaylara katı tutumla yaklaşım devam ediyorsa; siyasi liderin “marka kişiliği” onarılamaz tepki alabilir.
“Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın âkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir. Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:
“Ne’me lâzım be Sultânım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar:
“Acaba bilmediğimiz bir anlam mı vardır bu cevapta?”
Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”
“Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak mümkün mü? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultanım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”
“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık yaygınlaşıyor olsa, işitenler de “ne’me lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Ayrıca fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”
Bunları dinlerken ağlamaya başlayan Kanuni Sultan Süleyman, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder. Yahya Efendi'ye ise bu tür tembihlerini mutlaka söylemesi gerektiğini anlatır. ( İlgili mektup, Topkapı Sarayı'nda sergilenmektedir.)
Tarihte padişahlar ve günümüzde siyasi liderler; bugüne kadar “ne’me lazım” diyen halkın çaresizliğini anlamamıştır. Ayrıca “ne’me lazım” kültürünün çaresizlik ötesinde bir ülkeyi karanlığa sürükleyecek bir zafiyet olduğunu da halk anlamamıştır. Ancak unutulan detay, olayın nesnel taraflarından olan “mutlak gerçekler” meselesidir ve gerçeklerin bir gün su yüzüne çıkmak gibi kötü bir niyeti vardır.
Devlet otoritesinin baskı rejimlerinin elinde olduğu dönemlerde bile şehirlerde savaşı çağrıştıran görüntüler günümüzdeki kadar dikkat çekmemiştir. Bunun sebebi olayların gerçekleştiği büyük resme bakmak ama gerçeği görememektir. Geçmişte mezhep ayrımcılığını körüklemek amacıyla yapılan hatalar taklit yoluyla tekrar icra edilmek istenmektedir. Ayrıntılar arasında en çok dikkat çeken de; yasal olmayan katliam amaçlı bu kışkırtıcıların varlığıdır. Devletin kolluk kuvvetlerini halkın üzerine gönderen bu çağdışı zihniyet, günümüzün en büyük sahne provasını yapmıştır.
Aslında “marka kişiliği” iyi konumlandırılmış bir lider, vatandaşını çevre konulu masum bir eylemden dolayı kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya getirmeyeceğini iyi bilmelidir. Daha da önemlisi vatandaşının bu duyarlılığını takdir etmelidir. Aksi takdirde yaşanılan bir dizi haksız olay ve talihsiz açıklama bugün olduğu gibi ekonomiden sosyal hayata kadar büyük zararlara sebep olabilir. Devlet liderlerine meşru hak olarak verilmiş görevlerin halkı tehdit edici unsurlar taşıması ve olumsuz değerlendirilmesi kolektif düşünceyi daha fazla taraftarla güçlü bir karşı tepkiye ulaştırır. Bu karar “marka kişiliği” olarak ulaşılan noktada sağduyulu davranışa yönelimi engelliyorsa ve olaylara katı tutumla yaklaşım devam ediyorsa; siyasi liderin “marka kişiliği” onarılamaz tepki alabilir.
27 Kasım 2013 Çarşamba
sevgiyi anlatan çok iyi bir hikaye

yaşlı adamın evinin önünde oturduklarını görür.Onları tanımaz.
Ben sizi tanımıyorum ama aç olmalısınız, lütfen içeriye gelin ve bir şeyler yiyin, der.
Evin erkeği içerde mi? diye sorarlar adamlar.
Hayır, der kadın.O dışarıda.
Öyleyse içeri gelemeyiz, diye cevap verirler.
Akşam olup kadının kocası eve geldiğinde,kadın başından geçenleri kocasına anlatır.Kocası;Git onlara söyle ben evdeyim içeri gelebilirler, der.Kadın dışarı çıkar ve onları içeri davet eder.
Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz,der yaşlı adamlar.
Kadın: Niye giremezsiniz?
Yaşlı adamlardan bir tanesi açıklar:Onun adı "Zenginlik",der ve bir arkadaşını gösterir,bir diğerini işaret eder,"O Başarı",ben de Sevgi". Sonra ekler; Şimdi içeri gir ve kocanla konuş, hangimizi evinizde istersiniz?
Kadin içeri girip söylenenleri kocasına anlatır.Adam duyunca neşelenir; Ne güzel,madem öyle, Zenginliği içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun.Karısı itiraz eder:
Canım, niçin başarıyı çağırmıyoruz?
Bu sırada konuştuklarını evin diğer köşesinde bulunan gelinleri duyar.Zıplayarak gelir ve kendi fikrini söyler: Sevg'yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!
Gelinimizin önerisini dikkate alalım,der adam karısına.Dışarı çık ve Sevgiyi bizim misafirimiz olması için davet et.Kadın dışarı çıkar ve üç yaşlı adama sorar:Hanginiz Sevgi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol.Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar.
Diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler.Kadın şaşırmış bir şekilde Zenginlik ve Başarıya sorar:
Ben sadece Sevgiyi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?
Zenginlik ve Başarı bir ağızdan cevap verirler: Eğer Zenginlik ya da Başarıyı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı ama sen Sevgiyi davet ettin.O nereye giderse biz de oraya gideriz.Nerede Sevgi varsa,orada Başarı ve Zenginlik de vardır!
Bir Baba Gittiğinde...
Kaç yaşınızda olursanız olun babanız yaşıyorsa hala çocuksunuzdur...Ne zaman ki babanızı kaybediyorsunuz,işte o zaman gerçekten büyüyorsunuz.Çünkü çınarın gölgesi yok artık üzerinizde.Sizi fark etmediğiniz halde yağmurdan, güneşten koruyormuş meğer o gölge.Siz de aile kuruyorsunuz,anne yada baba oluyorsunuz,sizin de gölge yaptığınız ve koruduğunuz birileri oluyor ama o gölgeyi çok arıyorsunuz.Babanız öldüğünde büyüyorsunuz..Artık soru soracağınız, öğreneceğiniz,akşam eve dönerken yolunu gözleyeceğiniz,bir babanız yoksa büyüyorsunuz.
Hep sessiz ağlayan,suskun seven, en zor dönemde bile yıkılmaz görünen,sırtınızı dayadığınız çınar ağacınız yoksa artık...
Büyüyorsunuz o zaman işte.Savaşın ortasında komutansız kalmaktır, babasız kalmak.
Kaç yaşınızda olursanız olun babanız yaşıyorsa hala çocuksunuzdur.. öyle değilmi?
26 Kasım 2013 Salı
Allahım Konuş Benimle!!
Bir gün, bir adam ellerini açıp yalvardı:
"Allahım! Konuş benimle!"
"Allahım! Konuş benimle!"
Tam o sırada bir çayırkuşu adamın bahçesinde
en son şarkısını söylüyordu. Ama adam çayırkuşuna
hiç kulak vermedi ve yakarmaya devam etti:
"Allahım! Benimle konuş!"
en son şarkısını söylüyordu. Ama adam çayırkuşuna
hiç kulak vermedi ve yakarmaya devam etti:
"Allahım! Benimle konuş!"
Az sonra hava aniden kapandı, gökgürültüsü
ve şimşekle birlikte kuvvetli bir yağmur başladı.
Fakat adam bunlara hiç aldırış etmedi,
yakarmaya devam etti:
"Allahım! Seni görmeme izin ver!"
ve şimşekle birlikte kuvvetli bir yağmur başladı.
Fakat adam bunlara hiç aldırış etmedi,
yakarmaya devam etti:
"Allahım! Seni görmeme izin ver!"
O böyle yalvarırken, sağanak yağmur
sona ermiş ve güneş bütün ihtişamıyla ışıklarını
adamın evine kadar taşımaya başlamıştı.
Fakat adam bu manzaraya aldırış bile etmedi.
Her gün gördüğü birşey değilmiydi bu?
Yalvarmaya devam etti adam:
"Bana bir mucize göster Allahım!"
sona ermiş ve güneş bütün ihtişamıyla ışıklarını
adamın evine kadar taşımaya başlamıştı.
Fakat adam bu manzaraya aldırış bile etmedi.
Her gün gördüğü birşey değilmiydi bu?
Yalvarmaya devam etti adam:
"Bana bir mucize göster Allahım!"
Böyle yalvarırken, yakınlardaki
evlerden birinden yeni doğmuş
bir bebeğin ağlayışları geliyordu kulağına
ama o bunu da farketmedi.
Üzüntüsünden ağladı, ağladı...
" Cevap ver bana Allahım!
Burada olduğunu bilmemi sağla!"
evlerden birinden yeni doğmuş
bir bebeğin ağlayışları geliyordu kulağına
ama o bunu da farketmedi.
Üzüntüsünden ağladı, ağladı...
" Cevap ver bana Allahım!
Burada olduğunu bilmemi sağla!"
Tam o an, bir kelebek gelip
adamın koluna konmuştu.
Ama görmemekte, duymamaktave bilmemekte ısrar eden adam öbür eliyle
kelebeği iteleyip kovdu. Sonra da:
"Allahım!" Neden, neden bana
bir cevap vermiyorsun?"
diye ağlayıp, yakınmaya devam etti...
adamın koluna konmuştu.
Ama görmemekte, duymamaktave bilmemekte ısrar eden adam öbür eliyle
kelebeği iteleyip kovdu. Sonra da:
"Allahım!" Neden, neden bana
bir cevap vermiyorsun?"
diye ağlayıp, yakınmaya devam etti...
Ravindre K.
www.balca.net
www.balca.net
25 Kasım 2013 Pazartesi
Düşündürücü Hikaye
AFFET BABACIĞIM
Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu.
Eşi Babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen İnanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi Göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven Bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını . Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.
Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.
Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.
Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.
Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.
Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.
Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum."
Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu.
Eşi Babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen İnanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi Göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven Bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını . Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.
Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.
Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.
Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.
Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.
Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.
Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum."
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Birşey Var
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Birşey Var
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol Behramoğlu
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol Behramoğlu
Uykunun Önemi
DÜZENLİ VE VÜCUDA YARARLI UYUMAK İÇİN İZLENECEK BASAMAKLAR
.jpg)
Tavsiyeler :
1. Uyku saatlerimizi değiştirmeden günde 6-7 saatten fazla uyumamalıyız.
2. Sabah erken kalkmalı ve öğlen vaktine kadar bir daha uyumamalıyız.
3. Öğlen yarım saat süreyle(11:00-13.30 arasında) ve gece 23:00 - 05:30 arası (1 saatlik kayma olabilir) uyuyor olmalıyız ve akşama yakın vakitte uyumamalıyız.
4. Asla tok uyumamalıyız. Yemeğimizi uykudan en az 2.5- 3 saat önce yemeliyiz.
5. Uyku öncesinde vücut adalelerimizi gevşetmeliyiz.
6. Bizi rahatsız edecek gürültülü, kötü kokulu, çok yumuşak veya tümsekli zeminde uyumamalıyız.
Günde 8 veya 10 saat uyuyor olabilirsiniz. Ancak yine de bu uykunuz hiçbir işe yaramıyor olabilir. Çoğumuzun sandığının aksine uykusuzluğun hayatımızdaki engelleyiciliği tahmin ettiğimizden de büyüktür. Oysa çoğu zaman rahatsızlıklarımızın uykusuzluktan kaynaklandığını bilemeyiz bile.
Uyku beynin dinlenme vakti sanılmamalıdır. Tersine uyku beynin vücudun dinlenme ve tamir işiyle meşgul olduğu vakittir. Beynin elektriksel yapısı üzerinde yapılan araştırmalar zihnimizin uyku esnasında en az uyanık dönemde olduğu kadar yoğun çalıştığını göstermiştir. Aradaki tek fark gece ve gündüz yapılan işlerin farklı olmasıdır.
Yeterince uyuduğumuz halde hala ısrarla dinlenemememizin bir nedeni zihnimizi çeşitli sorunlarla baş başa bırakmamızdır. Bu sorunlardan biri gergin uyumamız, diğeri tok halde iken uyumamızdır. Her iki durumda karabasanlar ve kötü rüyalar görmemiz mümkündür.
Bazı kişiler uykuya yattığında kaslarını, omuzlarını, dizlerini iyice gererler. uyku mekanizması vücudu gevşetmeye çalışır. Bazen tam gevşerken insan ani boşluğa düşer gibi irkilebilir. Bunu bir defa yaşamışsanız derhal kendinizi kontrol etmelisiniz. Uyurken bütün adalelerimize "gevşe, rahat ol, boşluğa düşmüş gibi kendini bırak" emrini vermeliyiz. Bu emri bir süre devamlı verdiğimizde uyku anında alt şuurumuz bu emirleri bilinçli olarak almasa bile otomatik olarak uygulamaya koyar ve her defasında gevşemiş olarak uyuruz. Aksi taktirde edineceğimiz gergin uyuma alışkanlığı, beynimizin uyku boyunca kaslarımıza sürekli gerilme emri göndermesine yol açacaktır. Bu durum hem kasları sürekli çalıştırarak yoracak, tahrip edecektir; hem de beyni meşgul ederek yoracaktır. Böyle bir uykunun sonu yorulmuş olarak uyanmaktır.
24 Kasım 2013 Pazar
Biz kimmiyiz?
Bizler böyle atalara sahipken şimdi ne olduda bazılarına barış adı altında boyun eğiyoruz. belki kendince haklı ama yaşananlar barış gibi görünmüyor. tek taraflı barış olmaz..ortak yol bulmak istiyorsan her iki tarafıda memnun etmelisiniz.
23 Kasım 2013 Cumartesi
öğretmenler gününüz kutlu olsun..
Ögretmen, Doğan Gunese Benzer. Etrafini Aydinlatarak Karanliklara Meydan Okur.
Bir Ulusun Cagdas Ulkeler Duzeyine Erisebilmesi; Egitim Ve Ogretimin Kaliteli Ve Bilimsel Yöntemlerle Yurutulmesi Ile Ancak Mumkun Olabilir. Baş öğretmen Mustafa Kemal Atatürk ve tüm ögretmenlerin Günü Kutlu Olsun..
Demokrasi Anlayışı Bu mudur?
Ak Parti millet vekili sadık yakut ''kız ve erkek öğrencilerin birlikte eğitim yapması büyük yanlış'' dedi. Ak parti karşılık verdi;
partimizin görüşü değil ama düşünce özgürlüğü var.
Ak Parti millet vekili İdris Bal ;dersaneler kapatılmasın,suriye politikasında yanlışlıklar var,Geziye yaklaşım hatalı,
Ak Parti karşılık verdi partimizin görüşüne aykırı gitti kesin ihraç istemiyle disipline sevk edildi.
Sadık Yakut söz konusu olunca düşünce özgürlüğü İdris Bal olunca tü kaka..
Nasıl iş anlamadım..
22 Kasım 2013 Cuma
Afrikada açlıktan ölen çocuklar..
21. yüzyılda Afrikada halen açlıktan ölen çocuklar var. Bu görüntüye ne vicdan ,ne yürek dayanır. eyy güzel allahım ne çok şey istiyoruz senden .. ne olur yardım ett ...şüphesizki sen herşeyi gören ve bilensin..
Bazı insanların acısı şimdi bana çok ucuz ve saçma geldii..
Bazı insanların acısı şimdi bana çok ucuz ve saçma geldii..
Yüzümüz kişiliğimizi yansıtıyormuş
ALIN:
Kişilerin düşüncelerini geliştirme yöntemi hakkında bilgi veriyor. Geniş alın, güçlü bir hayal gücü ve entelektüel kişilik yapısını simgeliyor. Dar alın ise kişinin dikkatli, zamanlamaya önem veren, matematiksel yetenekleri kuvvetli biri olduğunu anlatıyor. Bombeli bir alna sahip kişiler ise inisiyatif sahibi, uyumlu ve paylaşımcı olarak kabul ediliyor.
GÖZLER:
Hayata bakış açısını ve stres karşısındaki davranış şeklini anlatıyor. Çukur gözlü kişiler ciddi ve gizemli olurken, gözleri yakın olanlar titiz, kararlı ve detaycı kişilik yapısına sahip oluyorlar. Cosmotürk’ün haberine göre, büyük gözler, açık sözlülüğü, kibarlığı ve sözüne güvenilirliği, küçük gözler ise dikkatini kolay toparlamayı ve kapalılığı simgeliyor. Düşük gözlü kişiler hayata iyimser bakmayı sevmezken, patlak göz şekline sahip olanlar hayata karşı hevesli ve alıngan oluyorlar.
BURUN:
İş hayatındaki tercihleri ve para konusuna bakışı simgeliyor. Geniş burun, iş hayatında kendine güvenen ve sosyal yapıyı dar burun, kontrolcülüğü ve garanticiliği, büyük burun, idealistliği ve lider olma isteğini, düşük burun, insanlarla iyi iletişim kurabilme yeteneğini, yuvarlak ve şiş burun ise para konusunda başarıyı ve tasarruf düşkünlüğünü gösteriyor.
DUDAKLAR:
Düşünceleri ifadeyi ve cinselliğe bakış açısını simgeliyor. Geniş ve düşük dudaklar kişinin cömert olduğunu ve cinsel yaşamını geniş hayal gücüyle renklendirebildiğini, ince dudaklar, az ve öz konuşmayı, hırsı ve muhafazakarlığı simgeliyor. Aşırı büyük alt dudak ise kişinin tembel ve zevke düşkün olduğunu anlatıyor.
ÇENE:
Kendini savunma yöntemini ve saldırganlık düzeyini belirliyor. Geniş çene otoriterliği, acımasızlığı ve enerjiyi, sivri çene çabuk sinirlenen yapıyı gösteriyor. İkiye ayrılmış çene, kararsızlığı yuvarlak çene, enerjikliği ve tez canlılığı ileriye doğru çıkık çene, inatçılığı ve hoşgörüsüzlüğü simgeliyor.
KAŞLAR:
Hayata dair önemli kararların nasıl alındığı hakkında bilgi veriyor. Aşağıya doğru kaşlar, kişinin ilişkilerini ciddiye aldığını ve sahiplendiğini, kalkık kaşlar hırslı biri olduğunu ve kolay sinirlendiğini, uzun kaşlar güçlü ve mücadeleci kişilik yapısını, ince kaşlar kolay vazgeçen ve esnek yapıyı, birleşik kaşlar maceracılığı, düz kaşlar ise iyimserliği simgeliyor.
Kaynak: Haber Türk
Etiketler:
alın,
çene,
dudaklar,
kaşlar.gözler,
yüzümüz
21 Kasım 2013 Perşembe
iyilik çok güçlüdür..
-Allah senden razı olsun evladım dedi. Bu ameliyatı yapmak için yurtdışından buraya kadar gelmeni, yaşadığım sürece unutmayacağım.
Ameliyat edilen hasta, büyük bir hastanenin başhekimiydi. Tedavisi sadece yurtdışında mümkün görülen hastalığı aniden artınca, çoğu öğrencisi olan diğer doktorlar onun böyle bir yolculuğa dayanamayacağını anlamışlar ve az bir kurtarma ümidine rağmen bu işi üstlenmeye karar vermişlerdi. Fakat o hastalığın sayılı uzmanlarından olan bu genç doktor, nereden haber almışsa almış ve bir hızır gibi yetişip onu kurtarmıştı.
Yaşlı doktor, yattığı yerden genç adamın elini tutuyor ve onu bırakmamak için durmadan konuşuyordu O elleri okşar gibi sıvazlarken:
-Ben, doğum uzmanıyım, diye devam etti. Bir zamanlar anne karnındaki bir bebeğin sakat olduğunu anlamış, onu bu şekilde yaşamaktansa öldürmeyi düşünürken, kıyamayıp doğmasına müsade etmiştim. Sapasağlam yavruları bile ana rahminde öldürenlere inat, onun yaşamasını istediğim için, hayatta bildiğim o tek iyiliğime karşılık Allah seni bana göndermiş olmalı.
Genç doktor, ellerini gevşetip biraz geriye çekildi ve dizlerinden aşağısı takma olan bacaklarını gösterirken:
-Ben de öyle düşünüyorum efendim, diye gülümsedi. Kurtardığınız o çocuk, bendim.
dolandırıcıkta son durum
Hazine Müsteşarlığı Sigortacılık Genel Müdürü Ahmet Genç, vatandaşların bazı telefonlardan arandığını, “Geçen sene size bedava sigorta yaptırılmış. Bu sene sigortanızı yenilememiz gerekiyor, kredi kartı bilgilerinizi verir misiniz?” denilerek dolandırıldığını ifade etti.
Ahmet Genç, bu tür telefonlara itibar edilmemesi uyarısında bulundu.
zamani yakalamak...
hayat çok garip hiç beklemedigin kadar aciyi biranda yasayabilr yada mutluluktan gök yüzünde uçacakmis gibi sevine bilirsin. aslinda hayat o kadar düzenli bir sekilde akiyor ki durup dinledigin zaman hayati yada izledigin zaman o ahengi düzeni görürsün.herkes üzerine düsen görevi yada rolü iyi oynuyor.bu rolde insanin kendi istekleri ve arzulari büyük yer tutuyor. bu istek ve arzuları iyi kontrol etmek gerekir. kontrol mekanizması devredışı kaldıgında insanoğlu garib bir yaratiğa dönebilir.hayatta insanın başına herşey gelir.tıpkı bizim başımıza gelen zamanı yakalayamayan yöneticiler gibi.kız erkek ayrimi yapan demokrasiyi kendi lehine kullanan kendi düşûncesinde olmayani tehtit eden insanları kutuplaştiran bir hûkümet..
cumanız mübarek olsun..
.jpg)
Bir yüzüm solgunken, isyankar öbür yanım...
Öğütleri masal gibi dinliyorum...
Nasihatler ninni misali geliyor,
Başımı sallıyorum.. sanki anlamış gibi...
Beni takipte ızdırap.. Peşimden gelir kabuslar...
Kimsem yokmuş şu dünyada senden başka!..
Merhametine uzatıyorum ellerimi...
Senin rahmetinle yıkamak istiyorum kirli tövbelerimi..
Dizginle çılgınlıklarımı...affet günahlarımı..
Ey affetmeyi seven Rabbim, sil göz yaşlarımı..
Sen teselli et beni, serinlik sun şu bağrıma...
Vardır bunda da bir hayır..
Hayırlı kederlerimi sen sevdir bana!..
Tıpkı geceye saçılan yıldızlar gibi,
Ömrüme ışık olsun, sıkıntı anlarımda ettiğim dualar..
Hüzünlerde olgunlaştır beni..
Cahilim çok cahilim..
Sen yolum ol! Sen sonum ol!
Sen tut elimden, sana giden yollarda nurum ol!
Dağlar kadar günahlarıma,
Bir avuç tövbe kırıntısı getirdim...
Sen derman ol şu volkanlarıma...
Sensiz bir yürek ne kadar boş!..
Affeyle Ya Rabbel alemin...
Ya Rabbi!
Eğer imanıma bir şüphe girmiş ben de ondan tövbe etmemişsem ihlasla derim ki : Allah'tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın Resulüdür.
Kızlı erkekli eğitim büyük yanlışmış..vay be kafaya bak..
TBMM Başkanı Vekili Sadık Yakut, eğitimin ayrı ayrı yapılması gerektiğini ifade etmiş. asıl niyetini bence açıklamamış. sadık bey siz milleti bi şey den anlamaz mı sandınız.önümüzdeki dönem böle bi çalışma var diyorsunuz. sonra ben tamamen kalksın demiyorum diyorsunuz. bu işlerin adım adım olduğunu sizde bizde iyi biliyoruz.insanın fikri neyse zikride o olur.bu senin fikrin olabilir ama demokrasilerde ortak fikir kabul edilir. sen millete sordun mu da böle bi çalışma yapılacak diyorsun..sen ve senin gibi düşünenler kız ile erkek ayrımında insanın aklında olmayanı aklına getiriyorsunuz.kusura bakmayın da bizim senin gibi aklımız apış aramızda değil..böle bir uygulama istemiyoruz.zaten kız meslek liseleri kabataş erkek lisesi gibi örnekler var ülkemizde isteyen oraya gidiyor. sen bunu neden genele yaymak istiyorsun anlamış değilim..
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü
.jpg)
ne yazık ki devam ediyor.
Dünyanın pek çok yerinde yaşanan kötü koşullardan, yetişkinler kadar çocuklar da etkileniyor ve ayrımcı uygulamalar çocukları da mağdur ediyor.
Dünyanın pek çok yerinde çocuklar işkence ve kötü muameleyle karşı karşıya kalıyor, kötü koşullarda alıkonuluyor, ölüm cezasına mahkum ediliyor,
savaşlar ve silahlı çatışmalarda kendileri ve yakınları öldürülüyor,
tecavüz ve işkence gibi korkunç savaş suçlarında mağdur oluyorlar.
Ayrıca savaşların en önemli sonuçlarından biri olarak, çocuklar çatışmalarda asker olarak kullanılıyor ve yerlerinden edilip mülteci konumuna düşürülüyorlar.
Milyonlarca çocuk yoksulluk yüzünden ihmal ve istismara uğruyor,
sokaklarda yaşamak zorunda bırakılıyor.
Türkiye’deki çocuklar da ne yazık ki dünyadaki tüm çocuklarla birlikte aynı sorunlarla, ihlallerle ve suistimallerle karşı karşıyalar..
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin temel dört ilkesi olan
- çocuklara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi,
- çocuğun yaşama ve gelişmesi
- çocuğun öncelikli yararı ve korunması
- çocuğun katılımına yararlı politikalar ve yasalar çıkarılmalı.
Ne yazık ki Türkiye de 10 çocuktan 6 sı şiddet görüyor. özellikle kız çocukları tecavüz ve cinsel tacize maruz kalıyor. artık bunlara bir son verilmeli.sağlıklı nesiller yetiştirmemiz için çocuklarımızı iyi yetiştirmeliyiz. politikacıların 3-5 çocuk yapın dediğine bakmayın. önemli olan yarınlarımız olan çocuklarımızı iyi yetiştirmeliyiz.lütfen çocuklarımızdan sevgiyi eksik etmeyelim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)